Şirketlerin iş ihtiyaçları her geçen gün değişen ve gelişen teknoloji ile beraber farklılaşıyor. Ülkemizde bu değişim Avrupa ve Amerika kıtasına göre daha uzun sürse bile sonuçta birleştiği nokta genelde aynı veya yakın oluyor. Bu noktada tabiki herkesin bir tecrübesi vardır ancak ben bu konuda kendi tecrübemi paylaşmak istiyorum. Üniversiteden mezun olup ilk profesyonel iş hayatıma başladığım 2002 yılında sunucu sanallaştırma kavramı ülkemiz için yeni bir teknoloji idi. Ancak her dönemde yeniliğe direnç gösteren bir kitle, “sunucu dediğin fiziksel olur, ellemek lazım, görmek lazım” gibi garip tabirler ile bu sanallaştırmaya karşı direnç gösteriyordu. O zamanlar anlattığım gibi bunu kabul etseniz de etmeseniz de bu dönüşüm gerçekleşecek ve öylede oldu. Yıl 2019 ve şu anda bir şirkete gidip sıfır sanallaştırma bulmanız çok mümkün değil. Tabiki çok eski ve küçük işletmelerde belki olsa bile artık sanallaştırma günümüzün endüstri standartı haline gelmiş durumda. Hatta sunucu sanallaştırması ile başlayan sanallaştırma bugün masa üstü, uygulama, oturum gibi pek çok farklı alanda yaygın kullanılıyor. Yine kariyerimin belki de ikinci büyük dönüşümü bulut ile oldu. 2010 yılında Office 365 nedir makalesi yazmışım. Yani 9 yıl sonra bile hala ülkemizde bu teknoloji istenilen seviyeye gelmemiş olsa da bununda sonucu bence şimdiden belli. Tabiki sanallaştırmaya göre bulutun işi biraz daha zor, çünkü regülasyon, kvkk ve benzeri nedenlerden gelişimi ülkemizde yurt dışına göre biraz daha uzun süreceğe benziyor.
Gelelim blog yazımın konusuna, bir değişimde bulut ile beraber aslında iş yüklerindeki yeni isteklerin nerede konumlanacağına karar vermek. Eskiden klasik olarak her yeni iş yükünü sistem yöneticileri şirketin küçük veya büyük kendi veri merkezinde karşılamaya çalışırdı. Zaman içerisinde Hosting kavramı ve hizmetleri çok genişledi, öyle ki bankalar bile felaket merkezi için bir bina veya kendi veri merkezini inşa etmek yerine hizmet olarak bir veri merkezinde sistemlerini barındırmayı tercih ediyor. Durum böyle olunca bulut ile beraber sistem yöneticileri pek çok iş yükünün bulut üzerine devredilmesinden sonra aslında her iş yükünü kendi veri merkezlerinde host etmenin ne kadar maliyetli ve sıkıntılı bir iş olduğunu fark etti. Durum böyle olunca her ne kadar regülasyon veya bir takım kanun, yasa kaynaklı limitler olsa bile artık sanallaştırmadaki gibi fayda/maliyet analizini artık yeni iş yüklerinin konumlandırılması sırasında yerleşik veri merkezi mi yoksa bir veri merkezi hizmeti üzerinden mi almanın daha mantılı olduğu tartışılır oldu.
Yukarıdaki görsel aslında paylaştığım tezi doğrular nitelikte. Ben bunu hali hazırda aktif danışmanlık yaptığım için her yeni projede müşterilerim ile değerlendirdiğim için biliyorum. Yani örnek en son bir SAP iş yükü geldi, ciddi bir makine parkuru lazımdı, fiziksel makinelerinin olmasına rağmen bu parkuru müşterim mevcut veri merkezinde konumlandırmak yerine SAP sistemlerinin ihtiyaç duyduğu yüksek erişilebilirlik isteklerine daha iyi cevap veren bir veri merkezinden hizmet almayı tercih etti. Yine benzer projelerde sunucu maliyeti yerine kiralama, beyaz alan işletme, soğutma, bakım veya özellikle yüksek erişilebilirlik ihtiyaçları yerine bunu dışarıdan hizmet olarak almak artık trend haline geliyor.
Aslında bu çok uzak bir mantık değil, Amerika da sanayi devriminden önce üretim yapan her şirket aşağıdaki gibi kendi enerjisini üretmek zorundaydı.
Kendi enerjinizi üretmek güzel ancak şimdiki veri merkezlerini yaşatmak için gerekli olan efor o zamanda benzer şekilde vardı. Yani size ait size özel olan enerji veya veri merkezinin her zaman aslında sabit giderleri vardır.
Peki sonra ne oldu?
Enerji merkezileşti, yani her şirket kendi elektrik üretim alt yapısına yatırım yapmak yerine merkezi santrallerden enerjiyi ihtiyacı kadar aldı ve kullandığı kadar ödedi.
Veri merkezlerindeki dönüşümde benzer şekilde ilerliyor. Yani insanlar artık yeni veri merkezi inşa etmek, alt yapı, bakım, işletmesi ile uğraşmak yerine iş ihtiyaçları için veri merkezi hizmeti veren kurumlardan bu hizmeti kullandığın kadar öde modeli ile almayı tercih ediyor.
Tabiki bu süreci yavaşlatacak etkenlerde yok değil;
Örneğin ülkemizde teknolojiyi çok yakından takip etmeyen şirketlerin genel teknoloji ömürleri 10 yıla yakın oluyor. Yani örneğin iki sunucu bir storage satın alımı yapacağınızı düşünün. Bunun maliyeti 50.000$ olsa, yenilikçi bir firma bunu 3’ e böler, çünkü 3 yılda bir genelde teknoloji yatırımı yaparak kullandığı işletim sistemi, mesajlaşma sistemi, veri tabanı, doküman yönetim sistemi, video konferans alt yapısı, IK yazılımı, CRM ve benzeri kullandığı programları da buna paralel olarak günceller.
Bazı firmalarda ise bu 5 yılda bir yapılır. Bu nedenle bu maliyet 5’ e bölünür. Buradaki ilk direnç 10 yıl boyunca aynı sunucu, network ekipmanı, storage ve benzeri alt yapıyı kullanmaya çalışan şirketler için kiralama modeli çok sıcak gelmiyor. Aslında doğru model bu olmasına karşın nedense IT’ ye en son harcama yapmayı tercih ediyorlar.
Teknoloji ömrü 5 yıl içerisinde kalan pek çok kurum için ise bu tür kiralama yöntemleri daha cazip geliyor.
Bir diğer direnç ise KVKK, GDPR ve benzeri kanun ya da regülasyonlar. Örneğin sizin için yurt dışındaki bir veri merkezi çok ekonomik olsa da KVKK nedeni ile verilerinizi orada saklama imkânınız olmayabilir.
Bir diğer direnç ise toplam payı düşük olmak ile beraber banka, Telekom ve benzeri çok büyük kuruluşların çok büyük alt yapı ihtiyaçları olması nedeni ile bu ihtiyacı konumlandıracak çok fazla seçeneğinin olmaması. En basit örnek ile Türkiye de çok büyük boyutta ve standartlara uygun 5 veri merkezi olsa tüm bankaların alt yapılarını alacak bir kapasiteye ne yazık ki sahip değiller.
Peki bu süreçte tek motivasyon toplam sahip olma maliyetinin düşük olması mı? Tabiki değil, özellikle yeni nesil veri merkezlerinin “Virtual Data Center” olarak ifade ettikleri mimari ile çok daha esnek bir alt yapıya kavuşuyoruz. Software Defined Data Center (SDDC) olarakta bilinen bu yeni mimari ile Software Defined Network (SDN), Software Defined Storage (SDS) gibi geleneksel teknolojiler yerine en yeni nesil teknolojileri hizmet olarak satın alabiliyorsunuz.
Bundan daha iyisi ise mevcut veri merkeziniz, public cloud ve virtual data center’ ı bir arada sunan servis sağlayıcılardır;
Hybrid Virtual Data Center kavramında eğer mevcut bir veri merkeziniz var ancak kapasite artırımı gerekiyor veya teknoloji update yapacaksanız bu yeni yatırım yerine bunu hosted bir veri merkezine genişletebilir, hatta bu hosted veri merkezinin sunduğu geniş bant internet sayesinde regülasyonlara takılmayan bazı iş yüklerinizi de public cloud ile entegre çalıştırabilirsiniz.
Tabiki biz bunları konuşurken bu alanda çok daha yenilikçi fikirlerin yeşerdiğini de unutmayın;
Evet, NetApp firması bu alanda çok farlı bir strateji izliyor. Veriler merkezi bir lokasyon yerine dağınık olarak saklanmakta ve bu süreçten SaaS uygulamaları sorumlu. Bu sayede verinin AWS, Azure, Google, Hybrid veri merkezi veya müşteri veri merkezinde Türkiye için yakın gelecekte bu model çok iddialı olsa bile global pazarda durumun aşağıdaki şekilde evirildiğini görebiliyoruz.
Yani tüm büyük uygulama şirketleri hizmetlerini uzun vadede SaaS olarak verecek ve artık Azure, Google, AWS gibi veri merkezi bağımsız hizmet sunacaklar.
Burada farklı motivasyonlar eklemek mümkün, bunu da yorum olarak size bırakıyorum ancak sanallaştırma ve bulut değişimi dönüşümü gibi veri merkezi dönüşümünü de artık yeni alt yapı yatırımlarınızı etkileyecek bir faktördür.