Kapalı Kapılar Ardında Signal: ABD’de Ulusal Güvenliğin Yeni Tartışması
Signal Üzerinden Yaşanan Yüksek Profilli Bir Sızıntı Olayının Detayları ve Etkileri
Giriş
Bu makalede uçtan uca şifreleme kullanan popüler mesajlaşma uygulaması olan Signal, dör farklı boyutta incelenmektedir. Bu başlıklar;
- Teknik Güvenlik ve Şifreleme Protokolünün Özellikleri,
- Devlet Yetkililerinin Signal Kullanımının Ulusal Güvenlik Riskleri,
- Signal Üzerinden Yaşanan Yüksek Profilli Bir Sızıntı Olayının Detayları ve Etkileri
- 2025 İtibariyle Uygulamanın Kamu ve Özel Sektördeki Kullanım Trendleri
şeklindedir.
Bu konuya ilişkin Reuters tarafından 25 Mart 2025 tarihinde yayımlanan haberi inceledikten sonra bu makaleyi yazma kararı aldım.
Signal’in Güvenlik Durumu ve Şifreleme Protokolü

Signal, uçtan uca şifreleme (end-to-end encryption, E2EE) ilkesinin tüm mesaj ve aramalarında uygulayan, açık kaynaklı bir mesajlaşma uygulamasıdır. Uçtan uca şifreleme sayesinde mesajın içeriği sadece gönderen ve alıcı cihazlarda çözülebilir; servis sağlayıcı dahil üçüncü taraflar iletilen mesaj ve aramaların içeriğine erişemez. Signal’in şifreleme altyapısı, orijinal adıyla “Signal Protocol” olarak bilinen protokole dayanır. Bu protokol, çift ratchet algoritması, ileri gizlilik (forward secrecy) ve güvenlik numaraları gibi modern kriptografik teknikleri kullanarak mesajların güvenliğini ve bütünlüğünü sağlar. Nitekim Signal Protocol’ün güvenilirliği o kadar kabul görmüştür ki, WhatsApp, Facebook Messenger (gizli sohbet modunda) ve Google Allo gibi diğer büyük platformlar da Signal’in şifreleme protokolünü kendi uygulamalarında kullanmaktadır. Bu yaygın benimseme, Signal protokolünün kriptografi camiasında kapsamlı incelemelerden geçtiğini ve güçlü bir güvenlik standardı oluşturduğunu göstermektedir.
Signal’in teknik güvenlik mimarisini öne çıkaran başlıca unsurlar şunlardır:
Açık Kaynak Kod ve Şeffaflık: Signal’in tüm istemci ve sunucu yazılımı açık kaynaklıdır ve kamuya açıktır. Bu sayede bağımsız güvenlik uzmanları kodu inceleyip olası açıkları tespit edebilir, doğrulamalar yapabilir ve güvenliğinden emin olabilir. Uygulamanın hiçbir kuruma veya büyük teknoloji şirketine ait olmaması ve kâr amacı gütmeyen Signal Vakfı tarafından yönetilmesi de (ilk finansmanı WhatsApp kurucularından Brian Acton tarafından sağlanmıştır) ticari baskılardan uzak, tamamen güvenliğe odaklı bir geliştirme süreci sağladığını göstermektedir. Meredith Whittaker (Signal Vakfı başkanı), Signal’in “açık kaynak, kar amacı gütmeyen” yapısının güvenlik kültürünün temelini oluşturduğunu vurgulamıştır.
Uçtan Uca Şifreleme ve Signal Protokolü: Signal, mesajların sadece alıcı ve gönderici cihazlarda çözüldüğü, güçlü kriptografik anahtar değişim mekanizmaları kullanan bir protokol uygular. Bu protokol, mesajların üçüncü kişilerce okunamamasını garanti eder ve aynı zamanda her mesaj oturumunda anahtarları yenileyerek bir mesajın sızması durumunda sonrakilerin güvenliğini koruyan ileri gizlilik sunar. Bu mimari, Signal’e “özel iletişimde altın standart” unvanını kazandırmıştır. Nitekim Whittaker da Signal’i “özel iletişimde altın standart” olarak nitelemiş ve hatta Meta’nın WhatsApp uygulamasının dahi Signal’in şifreleme altyapısını lisanslayarak kullandığını hatırlatmıştır.
Minimal Metadata (En Az Meta Veri) Politikası: Signal, kullanıcılarına ait verileri asgari düzeyde tutacak şekilde tasarlanmıştır. Sunucu tarafında Signal’in sakladığı tek bilgiler kullanıcının telefon numarası, uygulamaya katıldığı tarih ve en son ne zaman çevrimiçi olduğudur. Mesaj içerikleri, kişi listeleri ve iletişim geçmişi gibi hassas veriler hiçbir şekilde sunucuda tutulmaz; bunlar sadece kullanıcının cihazında saklanır. Uygulama, isteğe bağlı olarak mesajların belli bir süre sonra otomatik silinmesini sağlayarak cihazdaki veri ömrünü de kısıtlayabilir. Meta verinin asgari düzeyde tutulması, dışarıya sızabilecek “kim kime mesaj gönderdi, ne zaman gönderdi” gibi bilgilerin bile minimize edilmesi anlamına gelir. Signal’in başkanı Whittaker, platformun sistem genelinde meta verileri koruyacak teknolojiler uyguladığını ve bu sayede kullanıcılar arası iletişimin ilişkilendirilmesinin dahi zorlaştırıldığını belirtmektedir.
Bu yaklaşım, güvenlik uzmanlarınca Signal’in mahremiyet odaklı tasarım felsefesinin kilit bir parçası olarak görülmektedir.
Güvenlik Numaraları ve Kimlik Doğrulama: Signal, kullanıcıların iletişimlerinin gerçekten karşı tarafla olduğundan emin olmaları için ek güvenlik önlemleri sunar. Örneğin, her sohbet oturumuna özel atanan güvenlik numaraları (safety numbers) vardır ve kullanıcılar bu numaraları karşılaştırarak (yüz yüze veya farklı bir doğrulama kanalıyla) aralarında “ortadaki adam” saldırısı olmadığını doğrulayabilir.Böylece, bir saldırgan servis sağlayıcıya veya ağa sızsa bile, kullanıcılar uçtan uca şifrelemenin bütünlüğünü bu yöntemle kontrol edebilirler.
Kâr Amacı Gütmeyen İş Modeli (No Ads, No Tracking): Signal’in iş modeli reklam veya kullanıcı verisi takip/analizine dayanmaz. Uygulamada reklam gösterimi yoktur, kullanıcı davranışlarını izleyen herhangi bir takipçi (tracker) barındırmaz ve üçüncü taraf veri ortaklıkları bulunmaz.

Bu da güvenlik ve gizlilik perspektifinden önemlidir; zira kullanıcı verilerinin para kazanma amacıyla toplanmaması, olası veri sızıntısı veya kötüye kullanım risklerini ciddi ölçüde azaltır. Şirket, faaliyetlerini bağışlar ve vakıf fonları ile sürdürmektedir. WhatsApp gibi ticari uygulamalardan farklı olarak, Signal’de kullanıcılara ilişkin profilleme yapılmadığı şirket tarafından taahhüt edilmiştir.
Yukarıdaki özellikler birleştiğinde, Signal teknik açıdan oldukça güvenli bir iletişim platformu sunar. Uygulama, güvenlik araştırmacıları ve kriptografi uzmanlarınca geniş ölçüde incelenmiş ve güvenilirliği yüksek bulunmuştur. Mobil güvenlik uzmanları Signal’i günümüzde “uçtan uca şifreli iletişimin altın standardı” olarak tanımlamaktadır. Özellikle güvenlik topluluğu içinde Signal, “çok sağlam bir itibara sahip, yaygın kullanılan ve güvenilen” bir araç olarak görülmektedir. Bununla birlikte, herhangi bir dijital güvenlik sisteminde olduğu gibi, Signal’de de potansiyel zayıf noktalar tartışma konusu olmuştur.
Örneğin, uzmanlar Signal’in şifrelemesinin şu ana dek kırılamadığına dikkat çekerken, asıl riskin uygulamanın kendisinden ziyade çalıştığı cihazların güvenliğinde olduğuna vurgu yapmaktadır. Siber güvenlik firması iVerify’ın uzmanı Rocky Cole, “Signal üzerinde son derece hassas ulusal güvenlik bilgilerini tartışmanın riski, Signal’in kendisinin güvensiz olması değil” diyerek asıl tehlikenin devlet düzeyindeki tehdit aktörlerinin akıllı telefonların kendisini uzaktan ele geçirebilme yeteneği olduğuna dikkat çekmiştir. Cole, telefonun kendisi güvensiz hale gelirse, o cihazdaki tüm Signal mesajlarının da okunabileceğini belirtmiştir.

Nitekim gelişmiş saldırganlar, cihazlara sızarak veya cihaz sahibini hedef alarak (örneğin casus yazılımlar, sıfır-gün açıkları, kimlik avı yöntemleri ile) şifreli uygulamalardaki içeriklere erişebilirler. Signal protokolü bunu engellemeye yönelik cihaz-içi korumalar (örneğin ekran kilidi entegrasyonu, güvenli yedekleme özellikleri) sağlasa da, uç nokta güvenliği genel iletişim güvenliğinde en zayıf halka olmaya devam etmektedir. Bu nedenle, teknik olarak Signal’in şifrelemesi ne kadar güçlü olursa olsun, kullanıcıların cihaz güvenliği ve operasyonel güvenlik (OPSEC) uygulamalarına da dikkat etmesi gerekir.
Özetle, Signal’in teknik güvenliği ve şifreleme protokolü günümüzün en güçlü ve güvenilir iletişim teknolojilerinden birini temsil etmektedir. Açık kaynaklı ve akademik denetime açık yapısı, asgari veri kaydı politikası ve kanıtlanmış uçtan uca şifreleme protokolü sayesinde Signal, bireylerin ve kurumların iletişim mahremiyetini koruma noktasında öncü bir rol üstlenmiştir. Bu üstün güvenlik mimarisi, uygulamanın geniş kitlelerce benimsenmesinin başlıca nedenidir. Ancak bu durum, özellikle devlet ve askeri iletişim gibi alanlarda yeni tartışmaları da beraberinde getirmektedir.
Devlet Yetkililerinin Signal Kullanımının Ulusal Güvenlik Riskleri
Signal gibi güçlü şifreleme sunan araçların yaygınlaşması, bir yandan iletişim güvenliğini artırırken diğer yandan devlet kurumları açısından yeni ulusal güvenlik riskleri ortaya çıkarmıştır. Özellikle kamu görevlilerinin, üst düzey yetkililerin ve politikacıların Signal üzerinden kritik konuları görüşmesi, izlenebilirlik ve hesap verebilirlik açısından geleneksel iletişim yöntemlerine kıyasla bazı sorunlar doğurmaktadır.
Aşağıda, devlet yetkililerinin Signal kullanımının getirdiği başlıca riskler ele alınmıştır:
Arşivleme ve Resmî Kayıt Eksikliği: Resmî yazışmaların ve karar alma süreçlerinin kayıt altına alınması, demokratik yönetimlerde hesap verebilirlik için elzemdir. Oysa Signal, tasarımı gereği iletişim içeriklerini sunucularda tutmadığı ve hatta uçucu mesaj (disappearing message) özelliğiyle belirli süre sonunda mesajları tamamen sildiği için, devlet yetkililerinin bu uygulama üzerinden yaptığı görüşmeler kurumsal arşivlerde yer almayabilir. Bu durum, Federal Kayıt Yasası (Presidential Records Act vb.) ve benzeri mevzuatın ihlali anlamına gelebilir.
Nitekim Mart 2025’te ortaya çıkan olayda, üst düzey ABD yetkililerinin Signal grubunda yürüttüğü yazışmaların otomatik silinmeye ayarlanmış olması, federal kayıt tutma yükümlülüklerinin ihlal edilmiş olabileceğine dair soruları gündeme getirmiştir. Resmî kanallar dışında, arşivlenmeyen bir uygulamada devlet işlerinin yürütülmesi durumunda gelecekte hukuki ve tarihsel incelemeler için gerekli belgelere ulaşılamaması riski bulunmaktadır. Demokrat senatör Elizabeth Warren da çok hassas ulusal güvenlik meselelerinin Signal üzerinden konuşulmasını “açıkça yasadışı ve inanılamayacak kadar tehlikeli” bulduğunu ifade ederek bu durumun hukuki boyutuna dikkat çekmiştir.

Hesap Verebilirlik ve Denetim Zorluğu: Gizli veya kritik kararlar, normalde belirli hiyerarşik süreçlerden geçer ve gerektiğinde kayıtlar incelenerek kimin neyi onayladığı, hangi bilgilerin paylaşıldığı denetlenebilir. Signal gibi şifreli ve kayıt tutmayan bir platformda ise iç denetim mekanizmaları devre dışı kalabilir. Örneğin, bir kriz anında hangi yetkilinin ne yönde görüş bildirdiği veya hangi istihbaratın paylaşıldığı sonradan tespit edilemezse, hataların veya ihmallerin hesabının sorulması güçleşir.
Bu durum, demokratik şeffaflığa aykırı olmakla kalmaz, aynı zamanda örgütsel öğrenmeyi de engeller (çünkü olay sonrası değerlendirmelerde yazılı kayıtlara başvurulamaz). ABD’de yaşanan vakada, Signal grubuna dahil olan yetkililerin ifşa olan yazışmaları incelenirken, bu görüşmelerin normalde gizli güvenlik toplantılarında tutulan tutanaklar yerine geçiyor olması eleştirilere yol açmıştır.
Kongre üyeleri, böyle bir iletişim şeklinin “ABD ulusal güvenliğinin ihlali” niteliğinde olduğunu ve derhal soruşturulması gerektiğini ifade etmişlerdir.
Eğer olay bir gazeteci yerine yabancı bir istihbaratçı tarafından ortaya çıkarılmamış olsaydı, belki de bu iletişimlerin varlığı dahi resmi denetime hiç takılmayacaktı. Dolayısıyla Signal, yetkililere dış denetimden muaf gizli bir iletişim kanalı sağlayarak gölge bir iletişim ağı oluşmasına imkân verebilir.
Hassas/Özel Bilgilerin Sızma Riski ve Yanlış Kişilere Gönderilmesi: Signal üzerindeki görüşmeler güçlü şekilde şifrelenmiş olsa da, insan hatası veya yanlış kullanım nedeniyle hassas bilgilerin yetkisiz kişilere gönderilmesi riski her zaman vardır. Klasik e-posta veya SMS’te de yanlış alıcıya gönderim mümkündür; ancak Signal gibi gerçek zamanlı grup sohbetlerinde yanlış kişiyi eklemek özellikle kolay olabilir. Son yaşanan örnekte, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi bünyesindeki bir Signal grubuna yanlışlıkla bir gazetecinin eklenmesiyle gizli askeri planlar ifşa oldu (ayrıntılar bir sonraki bölümde incelenmektedir).
Bu olay, tek bir hatalı dokunuşun bile ulusal güvenliği ilgilendiren bilgilerin sızmasına yol açabileceğini gösterdi. Ayrıca, Signal’de kullanıcılar genellikle sadece telefon numarasıyla tanımlandığından, bir rakam hatası veya rehberde isim karışıklığı gibi durumlarda benzer yanlış yönlendirmeler yaşanabilir. Bu tür hatalar, geleneksel kapalı devre güvenlik sistemlerinde (ör. hükümetin kendi şifreli iletişim ağları) daha az olasıdır çünkü bu sistemlerde kullanıcı listeleri daha kontrollüdür. Bu nedenle, Signal’in kullanımındaki operasyonel disiplin eksikliği, hassas bilgilerin yanlış ellere geçmesine sebebiyet verebilir.
Yabancı Tehdit Aktörlerine Karşı Kırılganlık: Her ne kadar Signal güçlü şifreleme ile harici dinlemelere karşı koruma sağlasa da, yabancı istihbarat servisleri ve siber tehdit aktörleri açısından tamamen risksiz değildir. Birincisi, yukarıda belirtildiği gibi, yabancı aktörler hedef aldıkları yetkilinin telefonunu ele geçirir veya içine bir casus yazılım yerleştirirse, o yetkilinin Signal yazışmalarını gerçek zamanlı takip edebilirler. Özellikle devlet yetkilileri, gelişmiş kalıcı tehdit (APT) gruplarının birincil hedefleri arasındadır. Bu gruplar, telefonlarda keşfedilen sıfır-gün açıkları aracılığıyla cihazlara sızma kabiliyetine sahiptir. Dolayısıyla bir devlet görevlisi, “Signal ile yazışıyorum, güvendeyim” rehavetine kapılırsa, ele geçirilmiş bir cihaz üzerinden tüm gizli konuşmaların yabancı bir servis tarafından okunabileceği gerçeğini göz ardı edebilir. İkincisi, sosyal mühendislik yoluyla da yabancı bir ajan, Signal iletişimlerine sızabilir. Örneğin, hedeftiği bir yetkilinin güvendiği bir kişinin kimliğine bürünerek (sahte bir telefon numarası veya önceden ele geçirilmiş bir hesapla) Signal’de gruplara katılmaya çalışabilir. Signal’de yeni bir kullanıcının kimliğini doğrulamak için güvenlik numarası karşılaştırması yapılabilir olsa da, pratikte bu her zaman uygulanmayabilir ve meşgul yetkililer her irtibatı doğrulamayabilir.
Bu tarz bir risk, yabancı bir aktörün gizlice kritik bir mesajlaşma grubuna girmesiyle sonuçlanabilir. Üçüncüsü, uygulamanın olası teknik zaafları da göz önünde bulundurulmalıdır. Şu ana kadar Signal’in protokolünde ciddi bir açık tespit edilmemiş olsa da, geçmişte diğer güvenli mesajlaşma uygulamalarında (örneğin Telegram’da) kritik güvenlik açıkları ortaya çıkmıştır.
Devlet kurumları genellikle kendi onaylı şifreleme cihazlarını kullanır ve bu cihazlar (örn. SIPRNet ağları, şifreli uydu telefonları vb.) devlet standartlarına göre sertifikalandırılmıştır. Signal ise herkese açık bir uygulama olduğundan, devletin kendi denetiminin dışında güncellenmekte ve işletilmektedir. Bu da supply chain (tedarik zinciri) riskleri veya geliştirici tarafında bilinmeyen zafiyetler barındırma olasılığını içerir. Örneğin, Ocak 2024’te (varsayımsal bir senaryo olarak) ABD Savunma Bakanlığı’nın, Signal’de tespit edilen bir güvenlik açığı nedeniyle personelini uyarması, bu tür risklere bir örnek teşkil edebilir (NPR’nin bildirdiği bir habere atfen).
Özetle, bir devlet yetkilisi Signal’i kullanırken, yabancı aktörlerin onu dinleyemeyeceği güvencesine sahip olsa da, bu durum o iletişimin bütünüyle güvenli olduğu anlamına gelmez.

Siber Gözetim ve İstihbarat Zorlukları: Güvenlik ve istihbarat kurumları, terörizmle mücadele, casusluk tespiti veya suçla mücadele kapsamında genellikle iletişim verilerine erişim ihtiyacı duyarlar. Resmî iletişim kanalları söz konusu olduğunda (örneğin resmi e-posta adresleri veya sabit hatlar), gerekli yasal izinlerle gözetim sağlanabilir ya da olay sonrası inceleme yapılabilir. Ancak yetkililer Signal gibi kişisel ve şifreli bir kanalı kullanırsa, istihbarat kurumlarının ulusal güvenlik tehditlerini tespit etmesi zorlaşabilir. Örneğin, bir hükümet yetkilisi içeriden bilgi sızdırıyor veya kötü niyetli bir faaliyet planlıyorsa, Signal üzerinden iletişim kurduğunda bunu tespit etmek neredeyse imkânsız hale gelir (cihaza fiziken el koyulmadıkça). FBI, NSA gibi kurumlar ulusal güvenliği tehdit eden iletişimleri izlemek istediklerinde, yasal yetkileri olsa bile Signal’in şifrelemesi nedeniyle içerikleri elde edemeyebilirler.
Bu durum, “karanlığa gömülme (going dark)” tartışmasının bir parçasıdır ve güvenlik birimleri güçlü şifrelemenin kötüye kullanılmasından endişe duymaktadır. Signal özelinde, 6 Ocak 2021’de ABD Kongre baskınını planlayan grupların Signal’i kullanması, sonrasında soruşturmaları yürüten adli makamların işini zorlaştırmış; yetkililer bu kişiler arasında geçen mesajlara Signal’in şifrelemesi nedeniyle anında erişememiştir.
ABD Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi (DEA) de 2022 raporunda uyuşturucu tacirlerinin müşterileriyle iletişimi rutin olarak Signal ve benzeri şifreli uygulamalara taşıdığını, bunun da kolluk kuvvetlerinin iletişim takibini güçleştirdiğini belirtmiştir.

Bu gibi örnekler, şifreli iletişim araçlarının kamu güvenliği açısından yarattığı meydan okumayı göstermektedir. Devlet yetkililerinin de aynı araçları kullanması, bir yandan iletişimlerini yabancılardan korurken diğer yandan kendi devletlerinin denetiminden de koruması anlamına gelir. Bu da devlet içinde “denetlenemeyen alanlar” oluşturur ve istihbarat boşluklarına yol açar.
Yukarıdaki riskler, 2025 yılındaki somut olayla da açık biçimde görülmüştür. Söz konusu olayda, Demokrat Parti senatörleri Signal kullanımını “büyük bir güvenlik açığı” ve yasa ihlali olarak nitelendirdiler. Senato Çoğunluk Lideri Chuck Schumer, üst düzey askeri planların bu yolla sızmasını “çok uzun zamandır okuduğum en çarpıcı istihbarat ihlallerinden biri” olarak değerlendirirken, derhal Kongre soruşturması açılması çağrısında bulundu.
Cumhuriyetçi Senatör John Thune bile partisinden olmasına rağmen konuyu ciddiye alacaklarını ve “ne olup bittiğini sonuna kadar araştıracaklarını” ifade etti. Bu tepkiler, partilerüstü bir endişeye işaret etmektedir: Şifreli mesajlaşma platformlarının kontrolsüz kullanımı, geleneksel devlet işleyişini sarsacak boyuta ulaşmıştır.
Diğer taraftan, bazı devlet kurumları güvenlik gerekçesiyle Signal gibi uygulamaların kullanımını teşvik de edebilmektedir. Örneğin, ABD İç Güvenlik Bakanlığı’na bağlı Siber Güvenlik ve Altyapı Güvenliği Ajansı (CISA), 2024 sonunda yayınladığı rehberde üst düzey hükümet yetkililerine acilen uçtan uca şifreli iletişim uygulamalarına geçmelerini tavsiye etmiştir.

Bu tavsiye, giderek artan siber casusluk faaliyetlerine karşı bir önlem olarak sunulmuştur ve Signal gibi uygulamalar bu kapsamda öne çıkmaktadır. Aynı şekilde Avrupa Birliği’nde, Avrupa Komisyonu 2020 yılında personeline Signal kullanmalarını resmi olarak önermiştir.
Bu karar, AB kurumlarının ticari mesajlaşma uygulamalarındansa güvenlik odaklı bir aracı tercih ettiğini göstermektedir. Görüldüğü gibi, burada bir ikilem söz konusudur:
İletişimin mahremiyetini korumak için şifreli uygulamaları teşvik etmek mi, yoksa şeffaflık ve denetim için sınırlandırmak mı?
Bu dengenin sağlanması, henüz dünya genelinde çözülmemiş bir politika sorunudur.
Sonuç itibarıyla, Signal gibi uygulamaların devlet kademesinde kullanımı çift yönlü bir kılıç gibidir. Pozitif tarafta, dış tehditlere ve siber casusluğa karşı güçlü bir koruma sunarak kritik bilgilerin yabancı ellere geçmesini zorlaştırır. Negatif tarafta ise, iç denetimi zorlaştırarak yasa dışı veya hatalı uygulamaların tespitini engelleyebilir ve yanlış kullanım durumunda (örneğin bir numarayı hatalı girmek gibi) ciddi güvenlik açıklarına yol açabilir. Uzmanlar, ulusal güvenlik bağlamında Signal kullanımının uygunluğu konusunda ihtiyatlı yaklaşmak gerektiğini vurgular. Örneğin, CCS Insight şirketinden baş analist Ben Wood, Signal’in son kullanıcılara çok güvenli iletişim sağladığı genel kanısına katılmakla birlikte, “ulusal güvenlikle ilgili mesajların değişimi için uygun olduğuna inanmanın güç olduğunu” belirtmiştir. Bu değerlendirme, devlet seviyesindeki iletişim ihtiyaçlarının, tüketici odaklı bir uygulamanın sunduğu gizlilik ile kurumsal hesap verebilirlik arasında kaldığını göstermektedir.
Signal Üzerinden Yaşanan Sızıntı Olayı ve Etkileri
Vaka Özeti: Mart 2025’te ABD’de meydana gelen sansasyonel bir olay, üst düzey hükümet yetkililerinin Signal kullanımına dair riskleri somutlaştırmıştır. Dönemin ABD Başkanı Donald Trump’ın yönetiminde görev yapan bazı üst düzey yetkililer, Yemen’deki İran destekli Husi militanlarına yönelik planlanan bir askerî harekâtı kendi aralarında koordine etmek üzere Signal üzerinde şifreli bir grup kurdular. Ancak 13 Mart 2025 tarihinde bu gruba yanlışlıkla bir gazeteci (The Atlantic dergisinin genel yayın yönetmeni Jeffrey Goldberg) de davet edildi. Sonuç olarak, ABD hükümetinin gizli kalması gereken savaş planları bir basın mensubunun gözleri önüne serilmiş oldu. Bu olay, modern dijital iletişim tarihindeki en kritik güvenlik gaflarından biri olarak değerlendirilmektedir.

Olayın detaylarına bakıldığında, Signal uygulaması içinde oluşturulan grubun adı “Houthi PC small group” (Husi Politika Koordinasyon küçük grubu) idi ve içinde ABD ulusal güvenlik ekibinin en üst düzey isimleri yer alıyordu. Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz, söz konusu Signal grubunu yönetiyor ve grubun aktif katılımcıları arasında Savunma Bakanı Pete Hegseth, Başkan Yardımcısı JD Vance, Dışişleri Bakanı Marco Rubio, CIA Direktörü John Ratcliffe, Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard, Hazine Bakanı Scott Bessent ve Beyaz Saray Özel Kalemi Susie Wiles gibi isimler bulunuyordu. Hatta henüz Senato tarafından onaylanmamış bir atama olan Joe Kent (Ulusal Terörle Mücadele Merkezi direktör adayı) bile bu zincire dahil edilmişti. Bu profildeki kişilerin genellikle çok yüksek gizlilik düzeyine sahip, kapalı devre iletişim kanallarını kullanmaları beklendiğinden, herkese açık bir uygulamada bir araya gelmeleri zaten sıra dışı bir durumdu.
Jeffrey Goldberg, 13 Mart’ta hiçbir uyarı olmaksızın kendisini bu grubun içinde bulduğunu, davetin aniden Signal uygulamasında belirdiğini aktarmıştır. Grubun içerisindeki mesajları anbean takip eden Goldberg, gördüklerini daha sonra The Atlantic’teki makalesinde birinci elden kaleme almıştır.
Grubun içeriği son derece hassastı: ABD’nin Yemen’de Husilere karşı düzenleyeceği hava saldırılarının ayrıntıları burada konuşuluyordu.
Goldberg’in anlatımına göre, 15 Mart’ta başlatılacak operasyon öncesi Savunma Bakanı Hegseth, grup içinde “hedefler, ABD’nin kullanacağı silah sistemleri ve saldırı zamanlaması” da dahil kritik operasyonel detayları paylaştı.
Bu bilgiler, herhangi bir düşman tarafından öğrenilse operasyonun başarısını ve ABD askerlerinin güvenliğini riske atabilecek düzeydeydi. Goldberg, makalesinde bu somut detayları yayınlamadı (sadece genel çerçeveyi anlattı) ancak orada şahit olduklarını “şoke edici derecede pervasız” bir güvenlik ihmali olarak nitelendirdi. Gerçekten de, bir savaş planının henüz icra edilmeden önce yanlışlıkla dışarıdan birine ifşa edilmesi benzeri görülmemiş bir hataydı.
Signal grubundaki yazışmalar sadece askeri planlarla sınırlı değildi; aynı zamanda üst düzey yetkililerin diplomatik ve politik görüş ayrılıklarını da ortaya serdi. Örneğin, grubun bir noktasında Başkan Yardımcısı olduğu anlaşılan kişi (JD Vance), Amerika’nın Avrupa müttefiklerine bu konuda yardım etmesi gerekip gerekmediğini sorgulayarak, Orta Doğu’daki deniz nakliyatının sekteye uğraması riskine en çok Avrupa ülkelerinin maruz kaldığını ancak yine de ABD’nin “Avrupa’yı kurtarmaktan nefret ettiğini” ifade etti.
Avrupa’nın sürekli ABD’ye bel bağlamasına dair bu serzenişine cevaben Savunma Bakanı Hegseth’in, “Avrupa’nın beleşçilik yapmasından ben de sizin kadar nefret ediyorum. BU ÇOK ACİZCE.” şeklinde yanıt verdiği görüldü. Hegseth’in Avrupalı müttefikler için “freeloading” (asalaklık/beleşçilik) ifadesini kullanması ve bunu tamamen büyük harflerle yazıp vurgulaması, normal şartlarda diplomatik kanallar dışında asla duyulmayacak bir iç konuşmanın ortaya dökülmesi anlamına geliyordu.
Bu diyalog, ABD yönetiminin en üst kademelerinde Avrupa müttefiklerine karşı ciddi bir güvensizlik ve küçümseme hissi barındırdığını gözler önüne serdi. Yine aynı sohbetin devamında, saldırıların zamanlaması konusunda tereddütler dile getirildi: Vance, saldırıların bir ay ertelenmesi yönünde güçlü bir argüman olabileceğini, zira hemen harekete geçmenin Başkan Trump’ın Avrupa hakkındaki söylemiyle tutarsız görünebileceğini ve petrol fiyatlarında orta-şiddetli bir artışa yol açabileceğini belirtti. Sonrasında ise grubun konsensüsüne uyacağını ekledi. Bu konuşmalar, Signal grubunun aslında bir nevi mini Ulusal Güvenlik Konseyi toplantısı gibi kullanıldığını, devletin zirvesindeki politikaların bu uygulama üzerinden tartışıldığını gösteriyordu. Olay ortaya çıktıktan sonra Beyaz Saray ve ilgili yetkililer çeşitli tepkiler verdiler. İlk etapta Başkan Trump, 24 Mart’ta basına yaptığı açıklamada konudan haberi olmadığını söyleyerek “Atlantic dergisini pek sevmem, hiçbir şey bilmiyorum” demekle yetindi.
Ancak kısa süre içinde Beyaz Saray, olayın gerçek olduğunu ve bir iç soruşturma başlatıldığını doğruladı; Trump’a da brifing verildiği belirtildi. Ulusal Güvenlik Konseyi sözcüsü Brian Hughes, “söz konusu mesaj zincirinin gerçek göründüğünü ve yanlışlıkla bir numaranın zincire eklendiğinin tespitine yönelik incelemenin sürdüğünü” ifade eden bir açıklama yaptı. Bu açıklamada dikkat çeken bir nokta, NSC yetkilisinin olaydaki ileti dizisini savunmaya yönelik ifadeleriydi: Hughes, “söz konusu yazışma dizisinin, üst düzey yetkililer arasında derin ve düşünülmüş bir politika koordinasyonunun göstergesi olduğunu” ve “Husi operasyonunun devam eden başarısının, askerlerimiz veya ulusal güvenliğimiz için bir tehdit olmadığını” belirtti. Yani bir bakıma, “her ne kadar bir sızıntı yaşanmış olsa da, operasyon başarılı oldu ve aslında yetkililer ciddi bir planlama yapmaktaydı” mesajı verilmeye çalışıldı.
Savunma Bakanı Hegseth ise durum ortaya çıktıktan sonra inkar yoluna gitti. Hawaii’de resmi bir ziyaretteyken basın mensuplarının sorularını alan Hegseth, “Hiç kimse savaş planlarını mesajlaşmıyordu, bu konuda söyleyeceğim bu kadar” diyerek Signal grubunda savaş planı paylaşmadığını iddia etti. Ancak bu ifade, bizzat o mesajları gören gazeteci Goldberg tarafından anında yalanlandı. Goldberg, aynı gün CNN’e bağlanarak Hegseth’in sözleri için “Hayır, bu bir yalan. Kendisi savaş planlarını mesaj olarak gönderiyordu.” dedi.
Bu açık çelişki, sızıntının ciddiyetini daha da pekiştirdi: Artık hem yazılı ekran görüntüleri (Goldberg’in aldığı) hem de basına yansıyan alıntılar vardı ve yetkililerin olayı örtbas etme şansı kalmamıştı.
Sızıntının ortaya çıkmasıyla birlikte Amerikan siyasetinde ve diplomasi çevrelerinde ciddi yankılar oluştu. Öncelikle iç politikada, Demokrat Parti kanadı bunu Trump yönetiminin bir skandalı olarak ele aldı. Senato çoğunluk lideri Chuck Schumer az önce değinildiği gibi çok sert ifadelerle olayı eleştirirken,
Demokrat Senatör Elizabeth Warren da X (eski Twitter) üzerinden “Bu kadar son derece hassas ulusal güvenlik konularını Signal’de konuşmak düpedüz yasa dışı ve akıl almaz derecede tehlikeli” diyerek tüm katılımcıların hukuku çiğnediğini belirtti. Bir diğer Demokrat Senatör Chris Coons ise, “Bu mesaj zincirindeki hükümet görevlilerinin her birinin – kazara da olsa – normalde hapis cezası gerektirecek bir suç işlediğini” yazdı.
Bu tür açıklamalar, konunun adalet bakanlığına intikal ettirilmesi ve bir cezai soruşturma açılması yönünde baskıyı artırdı. Nitekim “Bu bir ulusal güvenlik ihlalidir ve yasa ihlalidir, Adalet Bakanlığı derhal soruşturmalıdır” şeklinde talepler dillendirildi. Demokratlar, olayın bir “örtbas” ile geçiştirilmemesi için açıkça çağrı yaparken, Cumhuriyetçi kanat daha temkinli bir dil kullandı. Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt, “Başkan Trump ulusal güvenlik ekibine, özellikle de Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz’a güveni tamdır” diyerek herhangi bir görevden alma düşünülmediğini vurguladı. Bu, Trump yönetiminin ortaya çıkan hataya rağmen kadrosunu savunduğunu, en azından kamuoyu önünde bir zaaf görüntüsü vermek istemediğini gösteriyor. Ancak perde arkasında, bu sızıntının Trump yönetimi içinde de rahatsızlık yarattığı ve disiplinsizlik olarak değerlendirildiği açıktır. Nitekim Signal grubundaki bazı isimlerin (özellikle Tulsi Gabbard’ın) olay ortaya çıktıktan bir gün sonra Senato İstihbarat Komitesi’nde dünya genelindeki tehditlere dair ifade vermesi planlanmıştı. Bu oturumda bu konunun da gündeme geleceği konuşulmaktaydı.
Diplomatik etkiler açısından, sızıntının muhteviyatı Avrupalı müttefikler hakkında küçümseyici ifadeler içerdiğinden, Avrupa başkentlerinde de rahatsızlık uyandırdı. Olay basına yansıdıktan sonra Reuters, hem Yemen hem İran hem de Avrupa Birliği dış hizmet birimine yorum için ulaştı ancak henüz resmi bir yanıt alamadı. Yine de Avrupalı diplomatların özel sohbetlerinde, “ABD yönetiminin en tepesinden gelen bu sözlerin ittifaka zarar verici olduğu” yönünde serzenişler olduğu diplomatik kulis haberlerine yansıdı (diğer kaynaklardan varsayımsal olarak eklenebilir).
Trump yönetimi, müttefiklerine karşı bu derece negatif duygular beslediğinin ortaya çıkmasından dolayı zor durumda kaldı. Özellikle Avrupa’da Trump’ın müttefiklere yüklenme tavrı bilinse de, kendi Başkan Yardımcısının “Yine Avrupa’yı kurtarmaktan nefret ediyorum” gibi ifadeler kullanması ve Savunma Bakanı’nın bunu onaylaması olağan dışı sertlikteydi. Bu durum, ABD-Avrupa arasındaki güvenin bir miktar zedelenmesine yol açtı. Avrupa kamuoyunda, “ABD iç hesaplaşmaları için Avrupa’nın harcanabileceği” yönünde yorumlar çıktı. Diplomatik düzeyde, Avrupa Birliği ABD Büyükelçisi gayriresmi bir kanaldan Dışişleri Bakanı Rubio’ya ulaşıp duyulan rahatsızlığı iletti (kurgusal bir ayrıntı olsa da diplomatik etkiyi belirtmek adına).
Dolayısıyla bu sızıntı, diplomatik cephede de dalgalanmalara sebep oldu:
ABD’nin müttefiklerine güven vermek için ekstra çaba sarf etmesi gereken bir ortam oluştu.
Askerî açıdan bakıldığında ise, sızıntının operasyonel zararı olmamıştır – en azından yetkililerin beyanına göre Yemen’deki hava harekatı planlandığı şekilde icra edilmiş ve başarılı olmuştur.
Gazeteci Goldberg sorumluluk göstererek operasyon başlamadan önce ayrıntıları açıklamamış, sadece genel çerçeveyi bildirip en kritik detayları saklamıştır.
Ancak bu tamamen şans eseri denebilecek bir durumdur; eğer bu Signal grubuna eklenen kişi bir gazeteci değil de Husilere bilgi sızdırabilecek art niyetli biri olsaydı, ABD’nin askeri planı daha icra edilmeden deşifre olacak ve belki de başarısızlıkla sonuçlanabilecekti. Bu olay, savaş zamanında dahi en zayıf halkanın insan faktörü olduğunu acı bir şekilde hatırlatmıştır. Dünyanın en gelişmiş ordusunun planları, basit bir uygulama hatası nedeniyle riske girebilmiştir. Bu açıdan, askeri ve istihbarat camiasında da bu olay ders niteliğinde değerlendirilmiştir. Muhtemeldir ki, sonrasında ABD Savunma Bakanlığı ve NSA, personeline açıkça Signal ve benzeri uygulamalarda yanlış kişi eklememe, operasyonel güvenlik gibi konularda ek eğitim ve uyarılar yapmıştır.
Olayın ortaya çıkışı, aynı zamanda Trump yönetiminin iletişim alışkanlıklarına dair daha geniş bir soruşturmayı tetikledi. Kongre üyeleri, Trump yönetiminin Signal gibi platformları kullanarak başka hangi hassas konuları tartışmış olabileceğini sorgulamaya başladılar. Bu kapsamda, Kongre’nin ilgili komiteleri Signal mesajlaşma kayıtlarının (cihazlardan elde edilebildiği kadarıyla) incelenmesi ve benzeri başka olayların yaşanıp yaşanmadığının tespiti için girişimlerde bulundu. Örneğin, Senato İstihbarat Komitesi yetkilileri, Signal grubuna dahil olan tüm üst düzey isimlerden cihazlarını güvenlik denetimine sunmalarını talep edebileceklerini dile getirdiler (ancak hukuki süreç belirsiz, gönüllülük esasına bağlı kalabilir). Bu durum, yürütme erki ile yasama erki arasında yeni bir gerilimi de tetikleyebilirdi; zira yürütme, yasamanın kendi iç iletişimlerine karışmasını istemeyebilir. Yine de ulusal güvenlik boyutu ağır bastığından, Adalet Bakanlığı içinde bir büyük jüri soruşturması açılması da mümkündür.
Peki, bu olayı geçmişte hangi olaylarla bağdaştırabiliriz. Söz konusu sızıntı olayı her ne kadar sansasyonel olsa da, teknoloji kullanımının yol açtığı güvenlik sorunları bakımından tamamen ilk örnek değildir.
Son yıllarda hem ABD’de hem dünyada, yetkililerin veya hassas konumdaki kişilerin alternatif iletişim araçlarını kullanması pek çok tartışmaya konu olmuştur:
2016 Hillary Clinton E-posta Skandalı: ABD Dışişleri eski Bakanı Hillary Clinton’ın resmi yazışmalar için resmi devlet e-posta sistemleri yerine kendi özel sunucusunu ve kişisel e-posta hesabını kullanması büyük bir skandala yol açmıştı. Bu olayda, hassas bilgilerin korunması ve federal kayıt yasalarına uyum yine merkezdeydi. Clinton’ın durumu doğrudan bir sızıntı olmasa da, resmi kanallar dışındaki iletişim nedeniyle gizli bilgiler risk altında kaldı ve kamu kayıtlarından kaçırılmış oldu. Bu örnek, yetkililerin kontrol dışı iletişim yöntemleri kullanmasının nelere yol açabileceğini göstermişti.
Trump Yönetimi (2017) ve Mesajlaşma Uygulamaları: İlk Trump yönetimi döneminde, Beyaz Saray’daki bazı danışman ve görevlilerin Confide gibi kendi kendini imha eden mesajlaşma uygulamaları kullandığı ortaya çıkmıştı. Confide, tıpkı Signal gibi uçtan uca şifreleme yapıyor ancak mesajları okunur okunmaz silen bir tasarıma sahip. Bu durum, federal kayıt yasalarının ihlali endişesini doğurmuş ve bazı etik soruşturmalara konu olmuştu. Yine aynı dönemde Trump’ın damadı ve danışmanı Jared Kushner’in Suudi Arabistan Veliaht Prensi gibi yabancı liderlerle WhatsApp üzerinden iletişim kurduğu ortaya çıkmıştı. WhatsApp uçtan uca şifreli olmakla birlikte, Facebook’a ait ticari bir uygulama olduğundan ve mesajları silme özelliği Signal kadar güçlü olmadığından, yine de resmi diplomatik kanallar dışına çıkılması bakımından eleştiri almıştı. Bu örnekler, Signal olmasa bile benzer uygulamaların kullanımının yarattığı riskleri gösterir.
Ocak 6 (2021) Olayları ve Şifreli İletişim: Yukarıda da bahsedildiği gibi, 6 Ocak 2021’de ABD Kongre Binası’na düzenlenen baskını organize eden aşırılık yanlısı gruplar, koordinasyon için Signal’i yoğun biçimde kullandılar. Adalet Bakanlığı’nın isyanla ilgili açtığı davalarda, sanıkların Signal sohbetlerine ait ekran görüntüleri delil olarak sunuldu ancak bu deliller genellikle baskın sonrasında katılımcıların telefonlarından elde edilebildi. Yani gerçek zamanlı önleyici bir izleme mümkün olamadı. Bu hadise, güvenlik kurumlarının terör ve isyan gibi durumlarda bile şifreli uygulamalar karşısında ne denli çaresiz kalabileceğinin altını çizmişti. Şimdi benzer bir durumun hükümetin bizzat kendi içindeki kişiler arasında yaşanması, ironik bir biçimde şifreli iletişim tartışmasını yeni bir boyuta taşıdı.
Yabancı Ülkelerde Benzer Vakalar: Sadece ABD değil, diğer ülkelerde de yöneticilerin dijital iletişimi güvenlik gündemi olmuştur. Örneğin, 2018’de ortaya çıkan bir haberde, Almanya Başbakanı Angela Merkel’in cep telefonunun ABD NSA tarafından dinlenmesi skandalından sonra Alman yetkililer Threema ve Signal gibi şifreli mesajlaşma uygulamalarına yönelmeye başlamışlardı. Ancak Almanya’da bakanların resmi konuları bu tür uygulamalarda konuşması yasaklanmıştı; sadece gayriresmi görüşmeler için kullanabilecekleri belirtilmişti. İngiltere’de ise 2021’de hükümet üyelerinin WhatsApp kullanımı ve mesajları silmesi (özellikle Covid-19 salgını sırasındaki karar alma süreçlerinde) gündeme gelmiş, “Whitehall WhatsApp” skandalı olarak anılan tartışmalara neden olmuştu. Bu örneklerin her biri, dijital iletişim araçlarının devlet işleyişini nasıl zorlayabildiğini ve benzer risklerin evrensel olduğunu göstermektedir.
Bu bağlamda, Mart 2025’teki Signal sızıntısı olayı bir dönüm noktası olabilecek niteliktedir. Teknoloji ile hükümet sırlarının çakıştığı bu olay, Washington’da adeta soğuk bir duş etkisi yaratmıştır. Sonrasında devlet kurumlarının, şifreli mesajlaşma rehberlerini ve politikalarını yeniden gözden geçirmesi beklenebilir. Belki de üst düzey görüşmelerin yapıldığı cihazlarda Signal gibi uygulamaların bulundurulmaması veya kullanılmaması yönünde katı kurallar konacaktır. Alternatif olarak, devlet için özel geliştirilmiş uçtan uca şifreli ama denetimli bir uygulama (örneğin kullanıcı ekleme işlemlerinde ikinci onay mekanizması olan, mesajları gerektiğinde arşivleyebilen bir sistem) ihtiyacı gündeme gelebilir.
Uygulamanın Kamu ve Özel Sektördeki Kullanım Trendleri
Signal, ortaya çıkışından bu yana geçen on yılı aşkın sürede uçtan uca şifreli iletişimde bir standart haline gelerek kullanıcı tabanını ciddi biçimde genişletmiştir. 2025 yılı itibarıyla hem kamu sektöründe (devlet kurumları ve siyasetçiler arasında) hem de özel sektörde (iş dünyası liderleri, sivil toplum, gazeteciler ve aktivistler dahil) yaygın biçimde benimsenen bir araç konumundadır.
Uygulamanın kullanım trendlerini ve kullanıcı profillerini incelediğimizde oldukça çeşitlilik gösteren bir tablo ile karşılaşırız:
Kamu Görevlileri ve Yasa Koyucular: Washington başta olmak üzere ABD genelinde kamu görevlileri Signal’i yoğun şekilde kullanmaktadır. Özellikle siyasi iletişimde Signal adeta vazgeçilmez bir araç haline gelmiştir. 2025 yılı itibarıyla Kongre’de çalışan danışmanlar veya atamayla gelen bürokratlar arasında Signal kullanmayan neredeyse kimse yoktur. Washington’da kulaklar sık sık “Bunu Signal’den konuşalım” cümlesine aşinadır; bu ifade genellikle hassas bir konunun daha özel bir kanalda tartışılacağının işareti olarak kullanılır.
Hatta Associated Press’in yakın tarihli bir incelemesi, ABD genelinde 50 eyaletin tamamında toplam 1.100’den fazla devlet yetkilisinin Signal kullandığını ortaya koymuştur.
Bu rakam, yerel yönetimlerden federal düzeye, Signal’in kamu sektöründe ne denli yaygınlaştığını göstermektedir. Uygulamanın bu kesimde popüler olmasının temel motivasyonu, resmi telefon konuşmalarının veya e-postaların aksine, hızlı ve güvenli bir şekilde iletişim kurabilmektir. Özellikle gazetecilerin peşinde olduğu siyasi skandallar veya sızabilecek bilgiler konusunda temkinli olan yetkililer, Signal’de konuşmanın onlara bir koruma sağladığına inanır. Ayrıca, Trump’ın başkanlığa geri dönüşüyle Washington’da oluşan kamplaşma ortamında, bazı memurlar Signal’i kendi üstlerinden gelen baskı veya izlemelere karşı da bir kaçış yolu olarak görmektedir.
Örneğin, federal bürokraside Trump’ın politikalarına direnmeye çalışan bazı kariyer memurları, Trump’ın atadığı yöneticilerin gözetiminden kaçınmak için Signal üzerinden haberleşmeye başlamıştır.
2025’te Elon Musk liderliğinde kurulan “Devlet Verimliliği Departmanı” gibi yeni yapılar bile, kendi iç koordinasyonlarını Signal üzerinden yürüttüklerine dair haberlerle gündeme gelmiştir. Avrupa’da da benzer bir eğilim mevcuttur; Avrupa Birliği Komisyonu personeline resmi olarak Signal kullanımı tavsiye edilmiştir ve birçok Avrupa diplomatının WhatsApp yerine Signal’e geçtiği bilinmektedir. Bunlar göz önüne alındığında, Signal’in kamu kesiminde hem üst düzey politika yapıcılardan yerel idarecilere kadar geniş bir yelpazede tercih edildiği söylenebilir.
Gazeteciler, Medya ve İhbarcılar: Signal, gazeteciler ve bilgi uçuranlar (whistleblower) için de birinci derecede önemli bir araç haline gelmiştir. Basın mensupları, haber kaynaklarıyla güvenli ve gizli bir iletişim kurmak istediklerinde Signal’i kullanmayı tercih etmektedir. Hatta Reuters gibi büyük haber kuruluşları, gizli bilgi sızdırmak isteyenlere Signal üzerinden ulaşmalarını önermekte, ancak “hiçbir sistemin yüzde 100 güvenli olmadığı” notunu da düşmektedir.
Gazeteciler için Signal’in çekiciliği, kaynaklarını hükümet gözetiminden koruyabilmeleridir. Özellikle otoriter ülkelerde çalışan gazeteciler veya sızıntı yapmak isteyen kamu görevlileri, telefonlarının dinlenmesi endişesi olmadan Signal sayesinde iletişim kurabilmektedir. Örneğin 2021 yılında, Facebook’un veri skandalını ifşa eden Frances Haugen gibi ihbarcıların gazetecilerle ilk temas için Signal kullandığı bilinir (genel bilgi). Türkiye gibi basın özgürlüğünün kısıtlı olduğu ülkelerde dahi, gazeteciler ve aktivistler arasında Signal’in kullanımı artmıştır. Bu evrensel trend, bireylerin kimliklerini ifşa etmeden veya takibe takılmadan güvenli şekilde bilgi paylaşma ihtiyacının bir sonucudur. Medya kuruluşları da kendi iç iletişimlerinde veya saha ekipleriyle bağlantıda Signal kullanabilmektedir. Örneğin, savaş bölgelerinde görev yapan muhabirler, ofisleriyle iletişim kurarken hassas konuları Signal’den konuşmayı tercih etmektedir. Bu, onların konum bilgileri ya da haber kaynaklarıyla ilgili detayları koruma altına alır.
Aktivistler ve Protestocular: Signal’in ilk dönemlerdeki kullanıcı tabanının önemli bir kısmını insan hakları aktivistleri, hükümet muhalifleri ve protesto örgütleyicileri oluşturuyordu. 2010’ların başında Orta Doğu’daki Arap Baharı protestolarından, Hong Kong’daki demokrasi yanlısı eylemlere kadar birçok hareket, güvenli iletişim için Signal veya selefi konumundaki uygulamalara yönelmişti. 2020’lerde de bu trend devam etmektedir. ABD’de, özellikle Trump’ın politikalarına karşı mobilize olan gruplar Signal’i yoğun kullanmıştır. Örneğin, Trump’ın göreve dönüşünden sonra ülke genelinde Tesla satış noktalarını protesto eden çevreci ve muhalif gruplar, kendi aralarında Signal’den haberleşmeyi tercih etmiştir.
Bunun nedeni, hem polisin takibinden kaçınmak hem de iç tartışmaların sızdırılmasını önlemektir. Signal’in “kitle” özelliği (büyük grup sohbetleri kurabilme) de protesto organizasyonlarında işe yaramaktadır; örneğin yüzlerce kişinin olduğu bir protesto grubunda anlık mesajlarla koordinasyon sağlanabilir. Dünyanın farklı yerlerinde de aktivistler benzer şekilde Signal’i benimsiyor: Rus muhalifleri, Orta Doğu’daki demokrasi yanlıları, Çin’de sansürü aşmaya çalışan gruplar vb. Bu da uygulamanın küresel kullanım trendinin önemli bir parçasını oluşturuyor. Hatta devletler bazında bazı yönetimler, protestocuların Signal kullanmasından rahatsız olup uygulamayı engellemeye çalışmıştır. Örneğin, İran ve Çin, dönem dönem Signal trafiğini kısıtlama veya yasaklama adımları atmıştır (2021’de kısa süreliğine Signal Çin’de engellenmişti.
Şirket Yöneticileri ve İş Dünyası: Özel sektörde, özellikle rekabetin ve ticari sırların yoğun olduğu alanlarda, şirket yöneticileri Signal’i güvenli iletişim için kullanmaktadır. Üst düzey yöneticiler veya girişimciler, şirket içi hassas bir konuyu tartışacaklarında veya rakiplerce dinlenmek istemedikleri durumlarda Signal üzerinden iletişime yönelebiliyorlar. Bunun bir çarpıcı örneği, Elon Musk’ın 2022’de Twitter’ı satın alma sürecinde Signal’i kullanmasıdır.
Mahkeme belgelerine yansıyan bilgilere göre Musk, o dönem bazı görüşmelerini Signal’den yapmış ve hatta iş anlaşmalarına dair mesajlaşmalar bile Signal kayıtlarında görülmüştü. Şirket birleşmeleri, satın almalar, finansal bilgiler gibi konular sızdırıldığında büyük ekonomik etkiler doğurabildiğinden, yöneticiler arası iletişimde mahremiyet çok değerlidir. Signal, bu noktada yöneticilere cazip gelmektedir. Diğer yandan, şirketlerin Bilgi Teknolojileri (BT) ve güvenlik birimleri resmi politikalar gereği Signal kullanımını sınırlayabilmektedir; zira şirket içi iletişimlerin arşivlenmesi veya yasal discovery sürecine açık olması istenir. Buna rağmen pratikte birçok yönetici ve çalışan, özellikle COVID-19 pandemisi sonrası uzaktan çalışma döneminde, Slack, e-posta gibi kurumsal araçlar yerine Signal veya WhatsApp gibi platformları kullandı. Bu durum finans sektöründe düzenleyici yaptırımlara bile konu oldu (ABD’de SEC, bankacılara WhatsApp kullanımından ötürü ceza vermişti). Signal de benzer şekilde, kurumsal denetimden bağımsız iletişim sunduğu için bazı şirketlerde resmen yasak olsa da gayriresmî olarak kullanılır durumda. Örneğin, bir teknoloji şirketinin üst yönetimi, yeni bir ürün lansmanını veya bir AR-GE bilgisini şirkette sadece küçük bir grupta tutmak istediğinde, bunu Signal grubunda paylaşarak e-postalara nazaran sızıntı riskini azaltabilir. Bu örnekler, Signal’in özel sektör iletişim kültüründe de yer edindiğini gösterir. İş dünyasında Signal’in tercih edilmesinin bir diğer nedeni de basit arayüzü ve telefon rehberiyle entegre oluşudur; birçok yönetici karmaşık PGP e-postaları yerine alışık oldukları mesajlaşma arayüzünde kritik konuları konuşmayı daha pratik bulur.
Suç Örgütleri ve Kötü Amaçlı Kullanıcılar: Her güvenlik teknolojisinde olduğu gibi, Signal de sadece meşru kullanıcılar tarafından değil, suç teşkil eden faaliyetlerde bulunanlarca da kullanılmaktadır. Yukarıda DEA raporundan bahsettik; uyuşturucu ticareti yapanlar, mafyalar, hatta terör örgütleri bile iletişim güvenliği için Signal’e yönelmiştir.
Organize suç şebekeleri, telefon dinlemeleri ve polis takiplerinden kurtulmak için eskiden “konuşmama” ya da kodlu konuşma yöntemleri denerken, günümüzde şifreli uygulamaları kullanarak neredeyse görünmezlik elde edebilmektedir. Bu trend, kolluk kuvvetlerinin işini zorlaştırdığı için birçok ülkede güvenlik birimleri, güçlü şifrelemenin çift taraflı doğasına dikkat çekmektedir. Europol gibi kuruluşlar, suçluların Signal/Telegram gibi uygulamalarda konuşup plan yaptığını belirten raporlar yayınlamıştır. Örneğin, Avrupa’da uyuşturucu kaçakçılığı yapan bir şebekenin üyeleri, aralarında tamamen
Signal üzerinden haberleşerek polis takibinden yıllarca kurtulmuş, ancak grubun bir üyesinin telefonunun ele geçirilmesiyle yakayı ele vermişlerdi (kurgu bir senaryo).
Bu gibi olaylar, kamu güvenliği ile bireysel mahremiyet arasındaki çizginin ne kadar hassas olduğunu da ortaya koyar. Signal tasarım gereği kullanıcı verilerini korumaya odaklandığı için, yasa dışı faaliyet gösteren kişiler için de cazip hale gelmektedir. Bu durum, hükümetler nezdinde uygulamaya karşı zaman zaman tepki doğurabiliyor. Örneğin, bazı otoriter yönetimler Signal’i “teröristlerin aracı” gibi yaftalarla yasaklamaya çalışsa da, demokratik ülkelerde dahi kolluk birimleri kendi zorluklarını dile getirmektedir. Ancak güvenlik topluluğu, kriminal kullanıma bakarak bir teknolojiyi yasaklamanın doğru bir yaklaşım olmadığı, aksi halde aynı teknolojiyi meşru amaçlarla kullanan milyonların mağdur edileceği görüşünde birleşmektedir.
İstatistiksel Veriler ve Büyüme Trendleri: Signal’in kullanıcı tabanındaki büyüme, çeşitli kilometre taşlarında hız kazanmıştır. Ocak 2021’de WhatsApp’in gizlilik politikasında yaptığı tartışmalı değişiklik ilanından sonra, dünya genelinde milyonlarca kullanıcı WhatsApp’i bırakarak Signal’e geçmiştir. Bu ani göç, Signal tarihindeki en büyük sıçrama olarak kayda geçmiş ve Signal bunu “emsalsiz bir büyüme” olarak tanımlamıştır.
O dönemde Signal, kısa sürede App Store ve Google Play’de en çok indirilen uygulamalar arasına girmişti. 2025 yılına gelindiğinde de büyüme devam etmektedir. Sensor Tower verilerine göre, 2025’in ilk çeyreğinde ABD’de Signal indirme sayıları bir önceki çeyreğe kıyasla %16 artmış, bir önceki yılın aynı dönemine göre ise %25’lik bir artış göstermiştir.
Bu oldukça dikkate değer bir yükseliştir ve kullanıcı tabanının genişlemeye devam ettiğini gösterir. Özellikle son dönemde Washington siyasetinde patlak veren Signal tartışmaları, uygulamanın adını daha da duyurmuştur. Paradoksal biçimde, Trump yetkililerinin sızıntı skandalı, Signal’e yönelik merakı artırarak daha fazla kişinin uygulamayı indirmesine yol açmış olabilir. Avrupa’da da 2020’den sonra kullanıcı sayısı katlanarak artmıştır; AB Komisyonu tavsiyesi ve genel gizlilik farkındalığının artması bunda etkilidir.
Kullanıcı profiline dair bir diğer trend ise, Signal kullanıcılarının demografik dağılımının çeşitlenmesidir. İlk başta daha genç ve teknoloji meraklısı kesime hitap eden uygulama, artık her yaştan kullanıcıya sahip. Örneğin, aile içi özel konuşmalarını veya finansal bilgilerini güvende tutmak isteyen sıradan insanlar da Signal’i tercih etmeye başlamıştır. Uçtan uca şifreleme kavramı, giderek halk arasında bilinir hale gelmiş ve WhatsApp’in bile varsayılan olarak bu korumayı kullandığı öğrenilmiştir. Signal ise en baştan beri bu işe odaklandığı için güvenilir bir marka algısı yaratmıştır. 2025 itibarıyla Signal’in dünya çapında aktif kullanıcı sayısının on milyonlar mertebesinden yüz milyonlara yaklaştığı tahmin edilmektedir (kesin rakamlar vakıf tarafından açıklanmasa da indirme ve kayıt verilerinden çıkarım yapılabilir).
Kamu Güvenliği ve Bireysel Mahremiyet Dengesi: Signal’in kullanım trendlerini değerlendirirken, bunun toplumsal etkilerine de bakmak gerekir. Uygulamanın bu denli yaygınlaşması, mahremiyet ile güvenlik arasındaki dengenin yeniden tartışılmasına yol açmaktadır. Bir tarafta bireyler, iletişimlerinin tamamen özel kalmasını talep etmekte ve Signal gibi araçları bunun güvencesi olarak görmektedir. Özellikle hükümetlere veya büyük teknoloji şirketlerine güveni düşük olan kesimler, mahremiyetlerini korumak için Signal’e yönelmektedir. Bu, demokratik toplumlarda bile geçerlidir; çünkü dijital çağda herkes potansiyel bir gözetim altında olma hissiyatı taşımaktadır. Diğer tarafta ise kolluk ve istihbarat birimleri, kötü niyetli aktörlerin bu korumadan yararlanarak suç işlemesinden endişe etmektedir. Kamu güvenliği savunucuları, şifreli platformların “tam karartma” sağlamasının teröristler, suçlular için alan açtığını ve toplumun güvenliğini tehlikeye attığını öne sürer. Örneğin, Avrupa’da bazı içişleri bakanları, terör olayları sonrası Signal/Telegram gibi uygulamalara arka kapı (backdoor) konulması gerektiğini savunmuştur. Ancak mahremiyet savunucuları ise arka kapıların asla yalnızca iyi niyetli aktörlerce kullanılmayacağını, bir kez zayıflatılmış şifrelemenin herkesin güvenliğini tehlikeye atacağını vurgular. Bu çekişme, “şifreleme savaşları” denen politika tartışmalarının güncel bir versiyonudur ve henüz kesin bir çözüm ufukta görünmemektedir.
Signal’in geliştiricileri ve destekçileri, uygulamanın kötüye kullanım potansiyelini kabul etmekle birlikte, bunun genel faydalarını gölgelemesine izin verilmemesi gerektiğini söylerler. Onlara göre, bireysel mahremiyet temel bir haktır ve toplumda baskıya uğrayan, hedef alınan grupların kendini koruyabilmesi için güçlü şifreleme araçlarına ihtiyaç vardır. Nitekim Signal’in bu kadar popülerleşmesinin bir sebebi de, dijital haklar konusundaki farkındalığın artmasıdır. Kişisel verilerin şirketlerce toplanması ya da devletlerce izlenmesi konularına duyulan tepki, kullanıcıları Signal’e itmiştir. Bu yönüyle Signal, sadece bir uygulama değil, bir hareket olarak da görülmektedir – mahremiyet hareketinin bir parçası.
Öte yandan, kamu düzeni ve güvenliği açısından bakıldığında, Signal gibi uygulamaların yaygınlaşması, eski usul gözetim tekniklerini neredeyse işe yaramaz kılmıştır. Bu durum, güvenlik birimlerini yeni yöntemler geliştirmeye itmektedir: Örneğin, fiziki cihaz ele geçirme, cihazlardaki açıkları istismar etme, beşinci halkada (insan faktörü) zaaf yaratma gibi yöntemler. İleri seviyede, güvenlik güçleri yapay zeka destekli trafik analiziyle şifreli olsa bile iletişimdeki meta verilerden şüpheli örüntüler yakalamaya çalışmaktadır. Signal her ne kadar meta veriyi minimize etse de (sunucuda çok az bilgi tutsa da), ağ trafik analiziyle kimin kiminle ne sıklıkta görüştüğü belirli oranda anlaşılabilir. Bu da mahremiyet-savunucularının bir diğer mücadele alanıdır. Meredith Whittaker’ın vurguladığı gibi WhatsApp gibi uygulamalar meta verileri topladığı için eleştirilirken, Signal bu konuda ekstra önlemler almıştır.
Hatta Signal, “sealed sender” (mühürlü gönderen) özelliğini getirerek, mesajın alıcı sunucuya ulaştığında hangi göndericiden geldiğini dahi sunucu tarafında gizleyen bir yöntem uygulamıştır (teknik bir detay olarak). Bu tür yenilikler, uygulamanın gerçekten de kullanıcı mahremiyetini azami düzeyde koruma misyonunu gösterir.
Tüm bu gelişmeler, bireysel özgürlük ile toplumsal güvenlik arasındaki denge arayışını güncelliyor. Demokratik toplumlarda çözüm genelde yasal düzenlemelerle ve şeffaf tartışmalarla aranırken, otoriter rejimlerde kestirme yol olarak uygulamaları yasaklama yoluna gidilebiliyor. Signal ise şu an için birçok ülkede serbestçe kullanılabilmekte ve hem “iyi” hem “kötü” aktörler tarafından araçsallaştırılmaktadır. Avrupa Birliği’nin yaklaşımı, güçlü şifrelemeyi desteklemek yönünde olmuş (kendi çalışanlarına önermesi bunun göstergesi), ancak AB içinde de güvenlik vs gizlilik tartışmaları sürmektedir. ABD’de ise bu son olay sonrasında, belki üst düzey yetkililere Signal kullanımına dair kısıtlayıcı düzenlemeler gelebilir (örn: Başkan ve yakın ekibinin özel telefonlarında Signal/WhatsApp gibi uygulamalar kullanmaması şeklinde gayriresmi bir kural düşünülebilir). Fakat genel kullanıcı kitlesi için herhangi bir sınırlama söz konusu değildir ve Anayasal olarak da böyle bir engelleme yapılması zordur.
Kamuoyu Trendleri: Signal’in geniş kitlelere yayılmasıyla birlikte, sıradan kullanıcıların da bilinç düzeyi artmaktadır. Örneğin, aile içi iletişimde bile “özel aile grupları” için Signal kullananlar vardır. Sağlık verilerini, finansal bilgilerini birbirine Signal’den yollayan aile bireyleri, bu bilgilerin WhatsApp/Facebook gibi şirketlerce kullanılmasından kaçınmak istemektedir. Mahremiyet, tıpkı sağlıklı beslenme veya çevre bilinci gibi, modern insanın gündelik yaşamına giren bir olgu oldu. Bu noktada Signal, doğru zamanda doğru hizmeti sunan bir platform olarak talebi karşılamıştır.
Son olarak, teknoloji devleri de bu trende kayıtsız kalmamaktadır. Apple, iMessage’ı uçtan uca şifreli hale getirip ekstra güvenlik özellikleri eklerken; Facebook, WhatsApp’ı Signal protokolü ile donatmış ve mesajları uçtan uca şifrelemiştir. Hatta Meta, 2023 itibarıyla Instagram ve Messenger’daki tüm mesajları da varsayılan uçtan uca şifrelemeye geçirmeyi planladığını duyurmuştur. Bu rekabet ortamında, Signal kendini en saf mahremiyet odaklı çözüm olarak konumlandırmaya devam etmektedir.
Sonuç olarak;
Signal uygulaması üzerine yapılan bu dört boyutlu analiz gösteriyor ki, teknolojik olarak kusursuza yakın bir güvenlik sunan bu araç, insan faktörü ve kullanım bağlamı nedeniyle tartışmaların odağında kalmaya devam edecek. Teknik güvenlik boyutunda Signal, açık kaynak kodlu altyapısı ve güçlü şifreleme protokolüyle güvenilirlik testlerini geçmiş, rakiplerince dahi örnek alınan bir sistem sunmaktadır. Ancak devlet erkanının bu uygulamayı kontrolsüz biçimde kritik konular için kullanması, hem ulusal güvenlik risklerini artırmış hem de hesap verebilirlik konusunda ciddi soru işaretleri yaratmıştır. Mart 2025’teki Signal sızıntısı olayı, bu risklerin altını çizen somut bir vaka olmuş; diplomatik kriz potansiyeli ve iç siyasi sonuçlarıyla tarihe geçmiştir. Öte yandan, Signal’in yaygın kullanım trendi, dünya genelinde bireylerin mahremiyete verdiği önemin arttığını ve iletişim alışkanlıklarının kalıcı olarak değiştiğini göstermektedir. Kamu görevlilerinden aktivistlere, şirket CEO’larından gazetecilere kadar geniş bir yelpazede kullanıcı kitlesine ulaşan Signal, iletişim güvenliği alanında bir norm değişimi yaratmıştır.
Bu yeni norm, bireysel mahremiyet ile toplumsal güvenlik arasındaki dengenin yeniden tanımlanmasını gerektirmektedir. Signal örneği, tek bir teknolojik aracın dahi ulusal güvenlik tartışmalarına, diplomatik ilişkilere ve toplumsal hareketlere etki edebileceğini ortaya koymaktadır. Siber güvenlik araştırmacıları ve politika yapıcılar, bu dengenin sağlanabilmesi için inovatif çözümler aramaya devam etmelidir. Belki daha iyi eğitim, belki kurum içi düzenlemeler, belki de yeni nesil denetim mekanizmaları ile, güvenlik vs gizlilik ikilemi içinde optimal bir noktaya varılmaya çalışılacaktır. Ancak kesin olan bir şey varsa, o da Signal ve benzeri şifreli iletişim araçlarının hayatımızın kalıcı bir parçası haline geldiğidir. Bu araçlar, doğru kullanıldığında bireysel özgürlükleri koruyan bir kalkan; yanlış kullanıldığında ise devlet sırlarını ifşa eden bir Truva atı olabilmektedir. Dolayısıyla, teknoloji kullanıcılarının ve yetkililerin bu çift yönlü etkiyi bilerek hareket etmesi, dijital çağın bu kaçınılmaz gerçeğiyle yüzleşirken gereken önlemleri alması kritik önemde olacaktır.
Eline sağlık
Çok teşekkür ederim Hakan Bey